Bazı insanlar kendilerini dünya denen bu dev ülkenin herhangi bir şehriyle özdeşleştirip orası gibi olurlar. Yaşlandıklarında veya gençken gidip oraya yerleşmeyi hayal ederler. Bir çocuk için karamelli keklerden oluşan, içinde oyuncak trenlerin dolaştığı evler neyse, biz yetişkinler için de odur bu hayali şehirler mamafih bazen o şehirler vücut bulur. Bakmaya doyamadığınız, güzel, nefes kesen saçları, sizin çorak teninizin yanında bir yağmur ormanı kadar güzel gözüken muhteşem tenleri, karşı konulmaz sesleri olur. Omzunuza yaptıkları küçük dokunuşlarla hayatınızı değiştirirler, sizi yanağınızdan her öpüşlerinde onlara başka bir hayat borçlu olursunuz, isimlerini -soy isimleri onlara ait olmasa bile- gazetelerde gördüğünüzde, başka birine ait olduğunu bildiğiniz isme dair ayrıntılarda ararsınız onları. Yavaşça, belki de sinsice girerler hayatınıza. Çıkışları genellikle sizin asla anlamadığınız ve sadece onların dünyasına özgü sebeplere bağlıdır. Büyüklerdir sizden, muhtemelen sizden güzellerdir. Formülleri vardır onların, muhtemelen kaçırdığınız veya sevmediğiniz biyoloji dersinde aşk hormonunu nasıl kontrol edeceğinizi öğrenmemişsinizdir. Onlar ise herşey gibi bunu da biliyordur elbet. İşte o şehirlere daha çok bağlanır insanlar, bir dağın eteğinde yaşayıp her gün zirveyi hayal eden bir köylü gibi o aşk denen şeyin formülünü bulmak üzere hiç gidemezsiniz dağın eteklerinden, o şehir, o adam, o kadın farkınızda olmasa bile... Onlar sizin geldiğiniz ve gideceğiniz yerleri önemsemez ve beğenmez görünseler bile bütün bunları, geleceğinizi, yarını, düşlerinizi onlar için değiştirdiğinizi bilmezler. Şarkıdaki gibi* kapanmış kapılarından geçersiniz gerçek aşkları için, yanmayan bedenlerden geçersiniz ve yolunuzu silersiniz en sonunda... Geçmişinizi silip yeni bir gelecekle, emekleriniz elinizde, ailenize bile sırt dönüp o şehre doğru yola çıkarsınız. Şimdi ben o şehirlerden birinin yollarında yürüyorum. Elimde kolunu bacağını yitirmiş bir sevgi var. Çalışıyorum, didiniyorum, küçük ya da büyük zaferler kazanıyorum. Kendi hayat şehrimin tam orta yerinde buluyorum her sabah kendimi, o köprünün üstünde... Ben şehrin iki yakasını da seviyorum. Bir yanda o aşık olduğum yaka var, diğer yaka ise acımasız ve güç istiyor, kazanmanızı bekliyor sizden. Oysa ilk yaka daha zor geliyor bana, daha çok emek istiyor. Bu ikiye bölünmüşlük fazla gelmiyor, yolun sonunda şehri ele geçirdiğimde neler olacağını biliyorum. Hayat köprümü ayakta tutuyorum bu nedenle, dengeyi sağlıyorum. O yakalardan birinde hep seni bekledim. Her daim seni düşledim ben. Senin için yarattım orayı, senin resimlerinle dolu her yer. Sinemalarında başrolünde ikimizin oynadığı film var. Bütün billboardlarda senin o güzel dudakların var. Çok da yakışan parlatıcılardan birinin reklamı sanırım. Uzun zamandır yazdığım kitabım çıkmış. İkimizi anlatıyor. Adını sen koy diyorum, "Bu hayal bize bir numara büyük." diyorsun. Adı konulmamış bir roman oluyor romanımız. Adı konulmamış, sana asla söylemediğim bir aşkı anlattığından olacak diyorum. İkimizin yaşadığı bu şehir dünyaya çok mu gelecek dersin? Sanmıyorum. Tanrı o kadar büyük ki, bizi de barındıracak bir yer yaratmış olmalı. Sence de Tanrı sandığım kadar büyük mü, ya da aşk?.. 2005 * Şarkı: Murat Çelik - Seyyah
Şimdi ise buna zamanın ardından bir araya gelip, kaptanların gemiyi terk etmediğini göstermek adına, daha farklı yaşanmışlıkları yazmak için kepenkleri tekrar açıyor.
2004 model köprü'yü ziyaret ettiniz mi?
su & mea
7 Eylül 2008 Pazar
Bir Seyyahtan Gelen Mektup
Etiketler:
öykü,
sarphan uzunoğlu
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder