Hayat fotoğraflara baktıkça geçiyor biraz. Yaşlılığına alıştığım suretlerin bir zamanlar kucaklarda sevilen hallerini görmek, siyah-beyaz kalıntıların ve utanmaz saat tik-taklarının, tüm kahkahalara inat seslerini yankıladıklarını düşünmek bir hayli garip. “Yekpare geniş bir anın parçalanmaz akışı”, saatlerin vardiyalarla kurulduğu enstitüde çoktan harmanlanmış bile. Ve siz ,insanlar kanıksarken, şaşırıyorsunuz. Müptelası olunan bir meyhaneye ilk kez girmenin verdiği gerginlikten pek de farklı değil aslında, hayata gidip gelmek. Yaşanan zamanlardan nedense yaşanacak zamanlar kalıyor geriye. Yani, güzel bir topluluğa dahil olduktan sonra, o insanlardan eleğinizin üzerinde kalanlarla ilgili yaptığınız planlar gözünüze çarpıyor. Bilemem, muhtemelen gençliğin getirdiği bir alışkanlık bu belki de. Hep ilerisini düşünmek. Yapılanları henüz sindirmeden.
-İnsan yaşlandığını, plan kuracağı bir gelecek kalmadığı; elde avuçta kalanın parçalanmış, tam sindirilememiş ve yalnızca bir bölümünün kana karıştığı yaşanmışlıklar olduğu zaman anlıyor sanırım.-
Farkediyorum ki beni mutlu eden, bana umut veren şeyler genelde gelecekle ilgili kurduğum hayaller ve beklentiler. Yaşlandıkça yüzlerin asılması bu yüzden belki de zamanın iplerine.
-O ipler ki bazen yüzleri asar, bazen de kuklalarını oynatır silüetleri pinokyoya benzeyen insanların.-
Ve pinokyolar hep biraz yalancıdır. Belki ip oynatmaz onları ama bağımsız oldukları da yalandır. Onlar yalan söylerler- burunları uzamadıklarından mıdır bilinmez-. İplere tutunarak yollarını bulduklarını inkar ederler sonsuz hayat karanlığında.
Yalan mı daha zor bağımlılık mı? Kimbilir...
Şimdi ise buna zamanın ardından bir araya gelip, kaptanların gemiyi terk etmediğini göstermek adına, daha farklı yaşanmışlıkları yazmak için kepenkleri tekrar açıyor.
2004 model köprü'yü ziyaret ettiniz mi?
su & mea
8 Eylül 2008 Pazartesi
...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder